İyi Gezdik
Bu yaz bizlere göre çok farklı ve güzel bir tatil yaptık. Anlatacak, yazacak o kadar çok şey vardı ki... Hep beraber yazalım dedim olmadı... Sonra Tuğba aldı eline klavyeyi başladı yazmaya, yazdı yazdı yazdı... Hiç bir detayı atlamadan yazmış... Haydi hep birlikte o anları yeniden yaşayalım
Ocak ayının gelmesiyle birlikte her yıl olduğu gibi bir yıllık tatil planlarımızı, aslında hayallerimizi kurmaya başlamıştık. Aklımızdan geçenleri de paylaşıyorduk. Hepitopu 5 günlük bir süre bizler için o kadar önemliydi ki günü gününe değil dakikası dakikasına çok iyi değerlendirilmeliydi. Geçmiş yıllarda hep aynı konseptte tatiller yapılmıştı: 5 yıldızlı ye-iç-yat, otelden burnunu çıkarmadan, kafa ve beden dinlendirmeli tatiller. Gerçi geçen yıl Çeşme tatilimiz rutin dışına çıkmamızı az da olsa sağlamıştı ama yine de konforlu konaklama tüm tatillerin ortak noktasıydı. Fakat bu yıl farklı olmalıydı. Ama nasıl? İçimizdeki her sabah başka bir yerde uyanma her gün farklı bir koyda yüzme isteğini farkettik. Aslında çok güzel bir fikirdi. Öyle ya Antalya'da ultra lüks her şey dahil otele giderek yurdum güzel tatil beldelerini keşfedemiyorduk. Ancak hem iyi konaklama hem gezme bir arada olunca da maliyet fırlıyordu. Her toplanışımızda fikir alışverişi yapıyor, tatil isteğimizin giderek tırmansına neden oluyorduk.
Geçirdiğimiz keyifli vakitlerden sonra ilk kim ortaya attı hatırlamıyorum aklımıza yerleşmişti: Haydi birlikte tatil yapalım. Her iki taraf da ilk defa başka bir çiftle tatile gitme deneyimini yaşayacaktı. Karar vermiştik bir kere hadi bakalım, Allah pişman etmesin dedi herkes içinden:) En çok görülmek istenen yerleri belirledik önce. Bodrum, Marmaris, Fethiye'de yoğunlaşıyorduk. O zaman turla gezelim en iyisi biz buraları hem zamanı daha iyi değerlendiririz hem de ekonomik olur diye aklımızdan geçirdik ki başkasına bağlı olamadan özgürce biraz da akışına bırakarak tatil yapmak istiyorduk o zaman haydi pamuk eller cebe dedik oy çokluğuyla da kabullendik bu kararı. Tabi bu arada yolda geçirelecek süreyi minimumda tutma hedefi ve erkeklerin arabalarını bilmedikleri yollara götürmek istememesi bizi gideceğimiz yere uçakla ulaşmaya ordan da araba kiralamaya yönlendirdi. Malum Adana'dan tatil beldelerine uçuş saatleri kısıtlı o yüzden çok dikkatli ve mantıklı yapmamız gerekiyordu planımızı. Araştırmlarımız sonucu Bodrum'a gidiş, Antalya'dan dönüşün hem tarih açısından hem saat açısından hem de tabiki maddi açıdan en ideal seçenek olduğunu anladık. Kendimize söz verdik: Konaklama maliyeti güvenilirlik ve hijyenik olma koşulları sağlanmak şartıyla mümkün olduğunca düşük tutulacaktı. Biraz araştırdık biraz da işleri oluruna bıraktık aslında sonuçta kültür turu da değildi bizimki. Tatil... Adı üstünde her yönüyle tatil olacakatı.
Ve tatilimiz iyice şekillenmişti artık. Sonra aylar süren geri sayma süreci başladı... Beklenen o gün geldiğinde biz bile inanamıyorduk, sonunda gidiyorduk işte. Adana'dan sabah Bora jet ile Bodrum'a bir çırpıda uçuverdik. Havalimanında yaşadığımız ufak bir bavul krizinden sonra (neyse ki dakikalar içinde çözüldü) arabamızı da aldık ve ver elini Gümbet. Hemen haritalar açıldı. Amaaaa hemen varmak olmaz değil mi haydi bir kahve molası dakika bir gol bir:) Bodrum'un nedenini bilmem ama küçüklüğümden beri en sevdiğim koyu olan Torba'nın girişinde kahve molamızı vermiştik bile. İlk filtre kahve deneyimimi yanlış gelen bir sipariş sonucu yaşamış oldum. Ve o da ne ben baya baya sevdim bunu. Tatillerin en sevdiğim yönü gözlerini kapatıp aklına gelen şeyleri anımsayıp gülümsemek. Evet benim için bunlardan ilki bu yaşta filtre kahveyi belki de o günün moduyla çok sevmem. Diğerlerini de anlatacağım okumaktan sıkılmazsanız:)
DJ Görkem'in hazırladığı albümü bize yol boyunca eşlik etmek üzere çalmaya başlamıştık. Tatil sitelerindeki ortalama puanına güvenerek Gümbette öylesine bir pansiyon bulmuştuk. Yeri de çok kolaydı. Girişte yetkili amca önce biraz isteksizdi sezon fiyatının çok altında rezervasyon almasına yorduk bu durumu. Yaptığı blöfü tuttaramayacağını anlayınca daha fazla direnmeden anahtarları vermek zorunda kaldı. Biz de bir şey anlamamış gibi yapıp tatilimizin ilk gününde gerilmek istememiştik. Sonuçta elimizde tabir-i caizse kapı gibi rezervasyon formumuz vardı. Neyse efendim gerekli yerlere şikayetimizi de yaptık elbette ama otelden hiçbir şey olmamış gibi çıkış yaptıktan sonra:)) Meraklısına Bodrum'da Gümbet'te Derya Pansiyon'da kaldık. Burada kaldığıma pişman değilim ama bir daha burayı tercih etmem 10 üzerinden puanım 3. O da gelen giden insanların seviyesinin çok kötü olmamasına borçlu. Gerçi sanırım uzun yıllar Bodrum'a da gitmem. Trafiği ve kalabalığı yorucu, bir de turist profili bana göre değil açıkçası (yoruma açık bırakayım burayı).
Eşyalarımızı otele bırakıp hemen Ortakent Yahçi Camel Beach'te günümüzü geçirmek için attık kendimizi dışarı. Fiyatları makul, halk plajının bir üst seviyesinde, denizi ortanın üstü, sevimli bir yer bu kumsal. Gidilir mi, gidilir tabiki. Biz pide yedik. Ve bu tatile damgasını vuran bir diğer noktada hayatımda yemediğim kadar pide yemiş olmam sanırım. Ortakent'te yediğimiz pidenin öyle çok akılda kalır bir yanı yoktu ama asla kötü bir yanı da yoktu. Çok güzel bir yarım gün geçirdik. Hele tatilimizin ilk günüydü keyfimize diyecek yoktu. Yavaş yavaş kaslar gevşeyip kendimizi tatil moduna alıyorduk:) Bu tatilde kafaya koymuştuk. Birer gurme edasıyla her yerin lezzet duraklarını keşfedecektik. Daha önce de Bodrum'a gitmiştik ama otelde karnımızı tıka basa doyurunca çarşıya indiğimizde su bile içicek yerimiz olmuyordu açıkçası. Mesela ilk denenmesi gerek şey tabiki sebzeli dönerdi. Bir bilene sorduk ve o da yanlış adres vererek 2 saat aç bir şekilde inat ettik ve bulamayıp Kasap Döner'de pes ettik. İçimizde kalmıştı ama olsundu ilk gün niye canımızı sıkılsın bir döner için. Akşam kendimizi deniz modundan gece moduna alarak yine düştük yollara. Of Bodrum güzelsin hoşsun da çok kalabalıksın yahu. Arabayla bir yere ulaşmak bir dert, park yeri bulmak ayrı bir dert. Vallahi tükettin içimizi. Çok uzakta bir yerde bir otoparka, kiralık arabanın vermiş olduğu rahatlıkla valeye anahtarı bırakıp arkamıza bile bakmadan kaçtık tabi adresi de aldık temkini elden bırakmıyoruz. Tatil demek benim için her fırsatta midyeyi mideye yuvarlamak da demek. Ayak üstü 10 küsür yedim sanırım sonuncuyu da amca sağolsun ikram etti. Yürümeye ve gezmeye devam derken barlar sokağında gezerken o da nesi: Aradığımız sebzeli döner tam karşımızda. Eyvah ben çok tokum hem döner hem midye. Ama şimdi sebzeli döneri denemeden de gidilmez ki. Haydi bakalım yarım porsiyon yiyelim. Yarım yok mu? E tam olsun napalım:) Evet gerçekten süper ötesi bir tat. Daha önce denememiş, bilmemiş olmak büyük kayıpmış. Şirin sebzeli döner. Puanım 10 üzerinden 9. Fiyatlar makul. Servis biraz zayıf ama lezzet müthiş!!! Halikarnas'a doğru yürürken sahile masa sandalye atmış kafelerden birine oturduk. Denizin yanıbaşında otrup arkada Halikarnas ışıkları önümüzde Bodrum Kalesi muhteşem bir manzarasını izlemek keyifli. “Ama Bodrum hem sıcaksın hem de çok kalabalık. Bir de sanırım biz de bugün fazla yorulduk en iyisi erken kalkalım hem araba da uzakta. Yarına dinlenmiş olalım bari.” diyerek 23:00 sularında otelin yolunu tuttuk. İyiki de konaklama konusunda cimri davranmışız. O yorgunlukta nerde yattım bilemedim. Hemen de sabah oldu. Tabi Serkan-Günay çifti klimada sorun yaşadığı için bizim gibi rahat edemediler ama tatil hepimizin sinirlerini almıştı ne güzel şeydi bu tatil:)
Ertesi sabah günlerden pazar idi. Ve benim doğum günümdü. Tüm gün planımı keyfime göre yaptım, ekip de itiraz edemedi tabiki. Sabah uykumuza kıyamadık ve oteldeki pardon pansiyondaki kahvaltıyı kaçırdık. Çok da bir şey kaçırmadığımız Serkan tarafından teyit edildi. Yol üstü öylesine bir yerde durup simit-çay yiyip hemen kendimizi Yalıkavak yollarına vurduk. Yalıkavak muhteşem bir yermiş. Daha önce Bodrum'a gitmiştim ama Yalıkavak'ı ilk defa gördüm ve bayıldım, bayıldım. Manzarası kıskandıracak güzel harika yazlıklar.. Bu güzelim koya bak bak doyamaz insan. Bizim gideceğimiz yer aylardır planlarını yaptğımız Xuma Beach''ti. Xuma mekan olarak gayet başarılı, elit. Gün boyu kafa dinleyip, sakince denize girilebilir. Ancak fiyatlar gerçekten ama gerçekten abartı. Menüye %10 kuver ücreti dahil değilmiş. Ona rağmen yazılı listeyi bile uçuk bulduk. Ayrıca çıkışta zorunlu olarak verilen 20 TL vale ücreti de cabası. Ama “Giderim tüm gün kafamı dinlerim, halk plajları bana göre değil, parası olmayan da gelmesin kardeşim!” diyenlerdesiniz gidin derim. Eğlenceli, nezih, temiz bir mekan. Yemekleri fiyatını gözardı ederek söylüyürum ortadan hallice. Xuma'ya 10 üzerinden puanım 9. Xuma'dan çıkıp Bodrum'un kuzey sahil şeridinden Göltürkbükü, Türkbükü, Torba yolundan şehir merkezi üzerinden Gümbet'e pansiyonumuza geldik. Hemen üzerimizi değiştirip attık kendimizi dışarı attık ve istikamet tabiki yine Şirin Sebzeli Döner. Bu sefer açtık üstelik. Ve evet eminim gerçekten çok lezzetli şimdiye kadar tatmamış olmama üzüldüm açıkçası. Biraz barlar sokağında dolaştıktan sonra Görkem ve ben disko disko diye tutturunca, Günay ve Serkan benim doğum günüm olduğu için bizi yalnız bırakmaya karar verdiler. 2 yıl önce Halikarnas'a gitmiştik. Katamaran içimde kalmıştı. Hemen girişe doğru yürüdük ancak saat henüz 22:30 suları olunca kapıdaki adam bıyık altından gülerek 00:30 civarı gelin dedi. Biz de Bodrum Kalesi manzaralı Teras diye bir yerde oturup oyalanmaya karar verdik. Barlar sokağındaki bu mekanın manzarası güzel. Denize sıfır. Bir tarafta Bodrum Kalesi, diğer tarafta Halikarnas'ın ışıkları. Hoş vakit geçirilebilir ancak gerek sivrisineklerin çok olması gerekse mekanın meyhane havasında başlayan ortmı ilerleyen saatlerde eller havaya moduna bağlaması “Noluyoruz yahu?” dedirtecek cinsten. Üstelik gereksiz pahalı. Klasik turistik mekanların gelenleri tırtıklama çabası efendim burda da esnafımızın iliklerine kadar işlemiş artık. Neyse kısa keselim barlar sokağındaki Teras'a puanım 3! saat 01:30 olmasına rağmen Katamaran'da hala hareket olmaması şevkimizi kırmıştı açıkçası. Kapıya kadar girip kuyrukta bekleyenleri de görünce içeri girmemeye karar verdik. Evet ortam pek sevilecek cinsten değildi. Genelleme yapmayalım yine de belki de günlerden pazar olduğu için olabilir. Elveda Katamaran yine kısmet olmadı deyip iç çekerek yürürken bari iki kurtlarımızı dökelim, bu saate kadar beklemişiz dedik ve o sırada içerden (üzgünüm ama) en bayağı Türkçe müzikler çalan Vittoria diye bir mekana girmeye yeltendik. Ama o da ne güvenlik bizi içeri almadı. Tam rezalet. Eli yüzü düzgün, gayet iyi görünümlü (hesabı ödeyebilecek ve olay çıkarmayacak cinsten) bizim gibi şirin mi şirin bir çifti almadılar yahu. Olacak iş değil. Rezervasyonsuz almıyorlar. Ayol rezervasyon yaptıracak bir mekan da değilsiniz ama neyse... Doğumgünümde yapılır mı bu??? Üstelik bizden bir kaç dakika sonra 7-8 kişilik bir grup geldi, selamlaşarak içeri giriverdiler iyi mi. Ühüüü:( Kerndimize olan güvenimiz yerlerde olarak döndük otele napalım... Bu arada saat de hiç farketmeden 03:00 olmuş iyi mi? Sabah 6'da kalkıp 7'de yola çıkacakctık değil mi? Öhüm öhüm...
Ertesi gün hiç de zorlanmadan uyandık hop toparlandık pardon toparlandım (Görkem oturup izlemeyi okumayı tercih etti her zamanki gibi!) ve saat tam 07:00'de hazır bir şekilde buluştuk. Yüzümüz gözümüz biraz şiş, sesimiz çatallaşmıştı ama açılırdık yolda. Ve istikamet güzeller güzeli Datça. Görkem haritaya baktı ve “Sahilden gidelim, denize baka baka.” dedi ve güzelim Gökova yolunu bırakıp patikadan hallice yola dönüverdik. Tabi yol başlarda o kadar da kötü değildi ama gittikçe daralıp virajlar artıyordu. 2 saatlik yolu 3,5 saat olmasına rağmen bir türlü biteremedik. Bir müddet sonra internet çekmemeye başladı. Haritaya göre sürekli varacağımız yere aynı uzaklıktaydık. Usta şoförümüz Serkan'a diyecek sözümüz yok fakat yol baya sarstı, uykusuzluk falan hepsi unutuldu. Ancak bu arada manzara ve doğa muhteşemdi. Hele Akbük diye bir koy gördük ki aman Allah'ım yeryüzündeki cennet dedirten cinsten. Tabi fotoğraf molaları, selfieler derken saat 10:30 oldu ve biz hala açız. Sonunda Akyaka'ya vardık ve gördüğümüz ilk yere attık kendimizi. Köy kahvaltısıymış ama işte peynir, domates, zeytin, klasik serpme kahvaltı sadece ürünler belli doğal. Fiyat uygun ama mekan da pek birşeye benzemiyor. Zaten lavabolar belediyenin ortak tuvaleti olarak birkaç restaurant tarafından kullanılıyor. Paralı efendim ancak tuvaletler sanırım aylardır temizlenmiyor. Cidden leş gibi. Burdan da eleştirelim belki gören rastalayan olur. Belediye paralı verdiği bir hizmet karşılığı o tuvaletleri az temizletse, el insaf be! Konumuza dönelim, kahvaltı iyi geldi kendimizi toparladık ve yine çıktık yollara. Hem yol düzelmişti. Hem de çok yaklaşmıştık. Ve bir dağı dönen virajı aldık ve karşımızda Marmaris. Çok sevimli ama o da şehirleşmeye yüz tutmuş ne yazık ki.. Öğlen sıcağında vardık. Arabayı zar zor park ettik. Marina boyunca az yürüdük ve bir yere oturup kahve içelim dedik ama sıcaktan ne yapsak olmuyordu. Marmaris yanıyordu. Teknelere bakarken daha önceden niyetlendiğimiz gibi tekne turlarını araştıralım dedik. Sonra Serkan'la aklımıza sadece bize bir tur olsa acaba nasıl olur diye bir düşünce geldi. Bir kaptana sorduk. Teknesi çok iyi değildi ama zaten 4 kişi olacaktık, kalabalık olmayacaktı. Kafamızı dinleyecektik. Gönlümüze göre gezecektik. Kaptanın verdiği fiyat tahminize yakındı, olabilirdi. Attık bu fikri cebe. Bu tatil bitmeden böyle bir şey yapacaktık artık koymuştuk kafaya:)
Marmaris öğlen sıcağıyla başbaşa bırakıp Datça yollarına düştük yeniden. Kafamıza da güneş geçmişti biraz. Yollar da virajlı virajlı. Bir de Ahmet Kaya dinlemeye başladık. Vallahi kafa nereye biz oraya olmuştuk. Sürekli tabela fotoğrafları çekiyorduk. Çok eğleniyorduk. Görkem'in durmak bilmeyen telefonlarına rağmen...Datça yolunda üzüm satan bir amca ve yanında da çeşmeyi görünce durduk hemen. Yüzümüzü yıkayıp meyve molası verelim derken baktık ki burası asma ağacının gölgesi falan baya serin. Çekirdeğimizi de aldık. Bir saate yakın çıt çıt çitledik, oturduk, serinledik, muhabbet ettik. Tatil boyunca belki de en keyifli molamızdı. Efendim nihayet öğleden sonra vardık Datça'ya. Ama yorgunduk. Odalara yerleşip hemen uyuduk dinlendik. Armoni Hotel'de kaldık. Sahipleri kibar, güler yüzlü. Otel de gayet sevimli. Dinlendikten sonra akşam üstü daha önce gittiğim ve aklımda yer edinmiş merkeze yakın olması nedeniyle Kargı koyunu tercih ettik. Bu koyda menüsü zengin gayet de uygun fiyatlı bir restaurant var, halk plajına en yakın olan. Tabiki biz de tatilimizin milli yemeği olan pideyi alıp dördümüz bölüştük. Akşama ziyafet çekecektik. Karnımızı doyurmak istemedik. Kargı koyunun denizi gayet temiz. Ancak deniz baya taşlı. Sahil de oldukça kalabalık. Ama şehir merkezine çok yakın. Gidip yüzüp hemen dönmek için gidilebilir. Kargı'da üniversiteden Görkem'le dönemden bir arkadaşımızı gördük. Şansımıza teyzesinin Datça'da yazlığı varmış. Datça ve hatta Bir sonraki rotamız olan Fethiye ile ilgili nokta atışlı tavsiyeler de koyduk cebimize ve döndük otele.
Akşam kurt gibi aç bir şekilde Fevzi'ni Yeri'ndeki limon ağacının altına dizilmiş masalardan birine geçtik. Garsonların ilgisi. Mekanın sevimliliği. Menünün zengin, bize değişik gelen ama bir o kadar da lezzetli olması, hayatımda yediğim en güzel balığı lambukayı servis şekilleri ve daha sayamacağım bir sürü sebepten dolayı nerdeyse 5 saat otruduğumuz bu mekanda en son sakızlı muhallebiyi yiyerek kalktık ama kalbimizi orada bıraktık. Menüdeki mezelerin sanırım %80'ini denedik. Ve hepsi de birbirinden güzel tat bıraktı damağımızda. Ah be Fevzi Abi öyle kötülük yaptın ki sen bize, biz artık nereye gitsek burayla kıyaslayıp beğenmeyecektik. Eyvahlar olsun... Fevzi'nin yeri bizi o kadar coşturdu ki efendim yanından sokak köpeği geçecek olsa yolunu değiştirp, karşıya geçen ben iki devasa köpüşle kanka olmuştum. Tabi sabah olayın büyüsü bozulunca eski halime dönüverdim.
Fevzi'nin yerine puanım 10 üzerinden 15 efendim. İlk geldiğimizde garsona ne tür mezeleriniz var diye sorduğumuzda “Biz de öyle diğer balıkçılarda olduğu gibi şakşuka, haydari yok efendim.” demesinde bile anladık ki tatile damga vuran lezzet durağımız burasıydı. Datçadaki keyifli ilk akşamımızdan sonra otele dönüp odaya giresimiz gelmeyince kapının önünde kaldırımda bakkaldan aldığımız sodalarımızı içip kikirdeyip durduk, sinirlerimiz alınmış gibiydi. İstemeye istemeye odalara dağıldık ama ertesi günkü planın güzelliği bizi ikna etti bir an önce uyuyup sabah olmasına. Sabah otelde beklentimizin üstünde bir kahvaltıyla güne başladık. Hava sıcaktı. Yolumuz biraz uzun ve virajlıydı. İstikamet ise Ege'nin en güzel koylarından olan Palamutbükü'ydü. Yaklaşık 40 dakikalık oldukça engebeli ve dolambaçlı bir yolculuktan sonra denize gireceğimiz Mavi-Beyaz Otel'e vardık. Telefonda kişi başı 20 TL giriş ücreti olarak bilgi almıştık ancak kapıda görevli girşimiz ücretli deyince biz de hemen “Evet biliyoruz kişi başı 15 tl olarak görüşmüştük” deyiverdik. Çocukcağız da “Öyle mi denildi. Peki o zaman öyle olsun.” dedi. Hiç anlamamış gibi yapıp safa yattık. Deniz, kum, manzara, ortam çok güzeldi. Selfie çekmeyip de ne yapalım değil mi:) Her açıdan fotoğrafladık kendimizi. Deniz biraz dalgalı ama plaj, doğa harika. Otel çok sevimli ama merkeze çok uzak. Buraya hususi tatile gelmem ama Datça'ya gelmişken de yarım gün geçirilebilir bir yer, fiyatlar da Bodrum'dan sonra oldukça makul. Gün boyu güneşlendik ve her zamanki gibi bir kızartma tabağına dört servis isteyip etrafında sohbet, muhabbet geçirdik günümüzü. Akşam üstü toparlanıp Eski Datça için koyulduk yola. Fakat üzerimiz biraz paspaldı açıkçası şöyle bir bakıp çıkacaktık ondan çok da özenmedik, otele gidip toparlarız kendimizi diye ancak eski datça o kadar büyüleyiciydi ki adete film platosu gibi her yer orijinal fotoğraf fonu olacak potansiyelde. E bizden kaçar mı? Elbette hayır. Efendim başladık çekilmeye. Tabi erkekler artık söylenmeye başladılar ama onlar da “Şurda da beni çek!” demeye başladı. Taş evler, adını bilmediğim rengarenk çiçekli ağaçlar, kafeler...Tahminimizden de çok vakit harcadık burada. Vardığımızda hem park bulamadık hem de yollar çok dardı, bu nedenle Serkan hafifçe arabayı arkadan duvara sürttü. Kendisi canını baya sıktı ama biz çok önemsemedik bile, bir şekilde hallederdik, üstelik hasar da o kadar çok değildi. (Ki zaten Marmaris'te bir çözümde bulduk:) ) Eski Datça'da akşamı etmiştik, karnımız da hayli acıkmıştı. Otele geçip duş almak, hazırlanmak baya vakit alacaktı ama biz çok acıkmıştık. En iyisi biz dış görünüşe bakmadan önceden istihbaratını aldığımız Samsun Pide'ye attık kendimizi. Bilmem kaçıncı pidemizi de yedik ancak biraz yağlı bulduk. Lezzet yerindeydi, manzara güzeldi, fiyatlar da uygundu. Ancak yağı biraz dokundu. Hatta çıkışta tereyeğı kullandıklarına inanmayıp, gidip fırını da kontrol ettik. Evet, tereyağı kullanıyorlar ama sıcakta bizim bunu hazmetmemiz biraz zor oldu. Çay içsek iyi gelirdi, ancak önce Grup Yorum konserine dışarıdan şöyle bir bakmak için biraz yürüdük, sonra Fevzi Usta'ya sakızlı muhallebi yemek için son kez bir uğrayalım dedik. Sonra da otelde içeriz çayı dedik. Yürüdük yürüdük. Ama otelde de çay yoktu şansımıza. Datça o kadar sakin bir yer ki akşam 10'dan sonra marinadan başka bir yerde çay içecek açık bir yer bulamayınca geri sahile yürüdük ve sonunda çayımıza kavuştuk. Evet Datça'daki son günümüzde de hayli yorgunduk. Ertesi gün yeniden yollara koyulacaktık, eşyaları toplayıp dinlenmemiz lazımdı o yüzden vakitlice döndük otelimize. Tabi yol boyunca pervasızca dolanan sokak köpeklerinden korkmadık desem yalan olur. Bir gün önce iki koca köpekle dans eden kimdi acaba? Bu arada Datçadaki Armoni otele puanım fiyatı da göz önünde bulundurarak 7,5. Beklentilerimizi fazlasıyla karşıladı. Otel çalışanları da oldukça kibarlar. Kahvaltı salonu çatıda deniz manzaralı. Merkezde değil ancak Datça o kadar küçük ki yürüyerek 10 dakikada sahildesiniz. Yine gelmem ama Datça'yı bir sonraki ziyeretimde Armoni Otelde kalabilirim çünkü ucuz:)
Ertesi sabah Fethiye için yeniden koyulduk yollara Datça sakin kafa dinlenecek bir yer fakat burdaki tatili çok uzatmamakta fayda var, çünkü çok dinlemekten sıyrılabilir. Bana göre bir şehir değil. Doğası güzel ama emekli olmadan bir daha gider miyim bilmiyorum. Görkem'in burayı çok sevdiği aşikar o zaman el mahkum gideceğiz, ne yapalım:) Fevzi Baba'nın hatrına belki biraz daha çekilebilir;)
Hisarönü'nde Türkiyenin en iyi yol üstü lezzet durağından biri olan Mavi Pide'de kahvaltı için durduk. Gerçekten doğası harika, serpme kahvaltısı organik, semaverde çayı lezzetliydi. Tabi adından üzere pideciye geldik pide yemesek olmazdı değil mi efendim. 1000. pidemizi de yedik tabiki. Ama kahvaltı daha mı güzeldi yoksa biz pideye mi doymuştuk emin değilim. Yaklaşık 2 saatlik kahvaltı molasından sonra yeniden yola çıktık ve Marmaris'i yüksekten, çok güzel bir yerden yakalayıp fotoğrafladık. Bu arada yol boyu safarilere doluşmuş turist kolonisi bizi şaşırttı açıkçası bu kadar beyaz tenli insanlar güneşin altında kavrulurken nasıl bu kadar mutlu olabiliyorlardı sorun bizde miydi acaba? Aman neyse ne...Marmaris'e girer girmez arabadaki ufak sorunu gidermek için beyler telaşa düştü. Sanayi yolunu bulduk. Biz bayanları yol üstünde bir kafeye bıraktılar. Biz kahvemizi içinceye kadar sorun giderilmişti. Tamamen kamufile olmamıştı ama iş görürdü işte. Datça-Marmaris yolunun aksine Marmaris-Fethiye yolu dümdüz çift şerit gayet rahattı, mesafe de çok uzun değildi zaten. Ama bizim Fethiye'deki ilk günümüz gezilecek yerin fazla olmasından dolayı yoğundu. İlk iş senelerdir gitmek istediğim Saklıkent Kanyonu'nu gezmekti. Hava çok sıcak yol da biraz uzundu. Saklıkent'e vardığımızda yerlilerin uyarısı üzerine plastik ayakkabıları aldık, çantalarımızı birleştirip kurban olarak kendimi adadım ve bu sorumluluğu üstlenip boynuma astım boyunu da baya kısalttım, biraz ağırdı ama idare ederdi. Giriş 6 TL, böyle bir milli park için oldukça uygun. Kanyon fazlasıyla kalabalıktı. Enterans bir doğa oluşumu. Kaynak suyun etrafa verdiği serinlik havanın sıcaklığını bastırır derecede. Suya ayaklarımızı soktuk buz gibiydi ama uzun süre kalınca bıçak gibi kesmeye başladı. İçindeki kayalara dikkat etmek lazım yoksa kesebilir. Hele denge kaybedip düşmek tam kabus olur, ciddi sakatlanma veya yaralanma olabilir. Ufak adımlarla dikkatli yürümek lazım. Su belimize kadar yükseldi ortadaki ipe tutuna tutuna ilerledik ve sonunda geçebildik karşıya. Epey yürüdük ama hem sonuna kadar gidemeyeceğimizi biliyorduk (Çünkü önceden okumuştuk ileride yine zorlu bir geçiş vardı.) hem de vaktimiz daralıyordu. Ortamın da tadını çıkarıp baya serinlediğimize göre yolumuza devam edebilirdik. İstikamet beklentimizin oldukça yüksek olduğu Ölüdeniz'di. Uzun ve sıkışık trafiği aşıp Ölüdeniz milli parkına varabildik. Giriş araçlar için 22 TL. Ama çok kalabalık. Bu doğa harikası resmen insan istilasına uğramış. Boş şezlong bulmak mümkün değil sanırım gittiğimiz saatin de etkisi vardı. Lagünün güzelliğine bile varamadan kafamıza güneş geçmiş şekilde arabaya geri yürüdük. Ölüdeniz'de yüzmek isterdim ancak denizin temizliğinden şüphe etmedim de değil. Bu kadar kalabalık olamaması için bir önlem alınmalı yoksa bu güzelim doğa mirasımızı da çöplüğe dönüştürmek üzareyiz. Fethiye'deki ilk gün neredeyse yollarda geçmişti üstelik sıcak da çok yormuştu. Öğretmenevine vardığımızda ortaklaşa verdiğmiz kararla odalara dağılıp akşam yemeğine kadar dinlenmeye karar verdik. Bu arada öğretmenevi tatil boyunca kaldığımız en lüks oteldi. 2 ay öncesinden rezervasyon yaptırınca mensubu olmasanız da rezervasyon şansınız var. Hizmet çok iyi. Odalar ferah. Kahvaltı fena değil aslında ek bir şey yok ama fiyatı gözönünde bulundurunca Fetihye öğretmenevi bir sonraki ziyaretimde kesinlikle kalabileceğim bir yer. Yeri gelmişken de puanımız bunca övgü sonrası 9. Punamız 10 değil çünkü kahvaltı biraz daha zengin olabilirdi, bir de denize biraz uzak ondan. Fethiye'yi çok beğendim. Ama şehir merkezinde trafik ve otopark sıkıntısının olması tatilde olan bizi yordu. Dakikalarca aynı sokaklarda döndük ve paralı otoparklarda bile yer bulamadık. Fethiye'de gezilecek yer çok fazla çok da güzel koyları varmış. Biz göremedik hepsini ama kesinlikle 5 günlük bir tatilde doya doya vakit geçirilebilecek bir şehir. Kelebekler Vadisi, Kaleköy merak ettiğim ama gidemediğimiz yerleden sadece ikisi. İstersen sakin bir koyda stres atarsın, istersen barlar sokağındaki mekanlarda eğlenirsin. Turist profili Datça kadar iyi değil açıkçası, Antalya'ya yaklaştığımızı hissettik ama ulaşım rahatlığı, doğası ve aktivite çeşitliliği açısından tercih edilebilir. Akşam yemeği için yine önceden aldığımız istihbarat sebebiyle Şişçi Ali Usta'yı aramaya koyulduk.
Evet aradık çünkü seyyar olduğu için tam yerini bulmak biraz şans işiydi. Bir de ustam her akşam iş başı yapmazmış. Kafası bozuksa ya da başka birşeyden dolayı tezgahı kapalı bulmak olası yani. Şansımıza oradaydı. Heyecanlıydık çünkü hem çok övülmüştü hem de kendisi biraz aksiymiş dikkatli olmak lazımdı. Hatta balık pazarındaki esnafa sorduğumuzda: “Aman ha onun sağı solu belli olmaz dikkat edin!” diye bir uyarı da aldık. Ali Usta önce şöyle bir süzdü bizi. Aile olduğumuza kanaat getirip sıraya girin dedi. Şaşırdık tabi ama itiraz edemedik. Bekledik sıramızı kedicikler gibi. Ocak başında şişleri yuvarlayan başka bir aileyi izledik. Onlar çok mutluydu halinden biz de iyice acıkmıştık. Neyse ki sıra geldi bize de. Tabi hemen gelmesinin bir sebebi de diskoya gidip gitmeme konusunda yaşadığımız münakaşaydı. Efendim münakaşa deyip öyle küçümsenmesin lütfen bildiğimiz tartışmaydı ama sonu tatlıya bağlanan tabiki. Diskodaki hiç eğlendirmeyen dj'in yüzüne ve ortamdaki yaş ortalamasına bakıp bakıp “Bunun için mi kavga ettik be tüh hakkımızı daha değecek birşeye kullansaydık.” dedirtecek ve tartışma sırasındaki kullandığımız cümleleri de sonra espiriye dönüştürecek derecede de “samimi” olmuştuk efendim:) Şişçi Ali Ustamı öylesine geçmek istemem biraz anlatalım. Çöp şişler tahtadan, sakın ha yere atmayın yoksa kovulabilirsiniz. Eğer tek kişi ve erkekseniz reddedilme olasılığınız yüksek hazırlıklı olun, şehir efsanesi değil bizzat şahit olduk bu duruma. Öyle çatal, peçete gibi konfor aramayın. Ali Usta bunu farke ederse azarı yersiniz. Ama o çöp şişin lezzeti, kekikli domatesi elle yemenin verdiği tadı, hele ki arkanızda sırada bekleyen başkaları da size imrenerek bakıyorsa hiç bir yerde alamazsınız. Fiyatı da et çöp şişe göre gerçekten çok ucuz. Eline sağlık Ali Usta puanımız can-ı gönülden 10. Yine gelsem yine kapını çalarım. Zabıta falan da belli ustaya dokunamıyor sokaktaki çeşmenin başına teçhizatı kurmuş usta .Gelenler de halinden oldukça memnun. Öyle sert olduğuna bakılmasın, kadınları ayakta bekletmez hemen sandalye verir, “Otur!” der, yok dersen ters ters bakar. Oturun efendim ikiletmeyin azarı işitirsiniz bizden söylemesi:)
Ali Ustadan damağımızda kalan tatla marinaya geçip ertesi günün tekne turunu ayarlamak üzere araştırmalara başladık. Kalabalık bir tur istemiyorduk. Acaba müstakil tur olur muydu? Marmaris'ten beri bunun hayalini kuruyorduk zaten. Sorduk olurmuş. Belki de tatilimizin gider açısından düşünüldüğünde en değecek deneyimini yaşayacağımız teknemizi bir iki yere sorduktan sonra ayarladık. Kaporayı da verdik. Ertesi gün için sözleştik ve topuklarımız kalçalarımıza vura vura ayrıldık marinadan. Sahilde saatin ilerlemesi için bir yere geçtik. Sivrisineklerin tacizi altında içeceklerimizi içtik. Sohbet konumuz Ali Usta ve uğruna ne dövüşler yapılan diskoydu. İnternetten bakıp çok araştırmadan Elma diye bir yere geçtik. Tükçe müzik çalan bir gece mekanına bir daha gitmem çünkü gerçekten hiç eğlendirmiyor. Yaş ortalaması ve müşteri prfofili bizi biraz mutsuz etse de uğruna o kadar tartışma çıkmışken bari bir kaç şarkıya eşlik edelim diye 2 saate yakın kaldık ama barlar sokağındaki Elma'ya puanımız 2, üzgünüm bizimle değilsin. Dj iyi ama müzik tarzı çok kötü, mekan fena değil çalışırsanız olur belki.
Ertesi günkü sabaha inanılmaz heyecanlı ve mutlu uyandık. Öyleki toplamda 4 çeşitten fazla bir şey olmayan kahvaltıda bildiğimiz beyaz peynire çok lezzetli zeytinin yağı çok iyi demeye bile başlamıştık birbirimize tabi sonra bunların hepsi sesli kahkaha sebebi oldu:) Migros'tan içeceklerimizi alıp teknemize vardık. Ergun Kaptan ve yeğeni Dilrüba bizi bekliyordu. Tekne çok şirindi. Sosyal medyada bu teknenin sadece bize ait olduğunu nasıl belli ederiz diye düşünmeye başladık. Bir sürü öneri geldi tabi. Bulduk bir yolunu tabi bu fırsatı kaçırmak olmazdı değil mi:) Fetihye'den uzaklaşırken ki manzara beni ikna etti bir sonraki tatilimi burda geçirebilirdim. Hatta burada yaşamak isterdim, hayal etmek bedava nasılsa...Kaptan: “Gün boyunca keyif sizin. Nereye derseniz gideriz, ne kadar isterseniz kalırız. Acıktık deyin yemek yapalım, yorulduk deyin uyumak için bir gölgeliğe çekelim, sıcaklandık deyin demir atıp mola verelim.” deyince iyice havaya girdik. Evet tatilimize damgasını vuran bir diğer olay işte buydu. Evet bir gün için oldukça maliyetli olabilir ama verdiği keyif kesinlikle değerdi. Gerçekten tam anlamıyla dinlendiğmize bu tekne gezisinde ikna olduk. İleride anısı kalacak bir sürü fotoğraflar çektik. Serkan tutamayacağı balıklar için gün boyu yılmadan olta attı. Görkem güneş gözlüğünde kendi tabiriyle cool takılmak (!) namına bazı koylarda bile yüzmezken benle Günay'ın tek derdi kaptanın yeğeninin ne kadar kilolu ama yüzünün güzel olduğu konusuydu. Kızın çalışkanlığına hayran kaldık. Her koyda suya atlayıp tekneyi bir kayaya bağlıyor. Sonra çıkıp bizim için yiyecek birşeyler hazırlıyor. Kah bulaşık yıkıyor kah muhabbet ediyordu. Biz mi tembeldik acaba. Sonra bu kadar hareketli neden bu kadar kilolu konusuna kadar daldık ki Görkem'in bizimle alay ettiğini anlayınca konuyu kapattık. Denizin ortasında başka ne konuşulurdu ki. Arada bir kaç lüks yat görünce iç geçirdik aman bizim de dört kişilik teknemiz vardı sonuçta 30 kişilik gruplar da bize imreniyordur diye kendimizi avuttuk. Gün boyu yüzmeye doyduktan sonra dolu dolu tekne gezimiz akşam 8 sularında sonlandı. Kaptan ve yepeniyle vedalaştık. Bir de karadan ikisinin fotoğrafını alıp unutulmayacak bir deneyimle akşamı ettik.
Otele doğru giderken acıktığımızı farkettik hazırlanıp yeniden Ali Usta'nın yolunu tuttuk. İkinci akşam da aynı tadı verdi. Helal olsun ellerine sağlık Ali Usta. Çekinerek tezgah başında fotopraflarımızı çekerken, usta demesin mi beni de çekin diye. Görkem'le Serkan bir elinde şişleri olan ustayla sarmaş dolaş fotoğraf çekip hemen Foursquare'e Şişçi Alinin yeri olarak check in yaptılar, fotoğraflarını eklediler ve tabi övgülerini de sıraladılar. Usta biraz tanınmalıydı zira sosyal medayada çok reklamı yapılmamış. Umarız etkisi olmuştur. Fethiyedeki son günümüzü de bitirmiştik. Ertesi gün tatilimizin son durağı Kaş'a doğru yola koyulacaktık. Hüzün çökmeye başlmıştı. Tatilin sonuna da yaklaşmıştık. Ama Kaş en merak ettiğmizi yerler arasındaydı. Son gün de olsa tadını çıkarmalıydık.
Sabah erkenden kahvaltımızı yapıp, Kaputaj Plajı ve Kalkan'ı da yol üzerinden şöyle bir göüp Kaş'a vardık. Oteli arayıp bizi 14:00'ten önce odalara alamayacaklarını öğrendiğimizde saat henüz 10'du. Önce yüzümüz düştü ama sonra sıcakta ne yapabiliriz diye araştırmaya başladık ve Kaş'ın orta sınıf plajları olduğunu internetten öğrenmiş olduk. Giriş ücretsiz menüsü hiç fena olmayan Derya Beach'e girdik. Gölgelik şezlonglardan dördüne serdik havlularımızı ve keyifli bir kaç saatimizi geçirdik. Kaş turist profili oldukça kaliteli olan bir talil beldesi. Çarşısı çok sevimli. Kendine has bir havası var. Eski evleri meyhaneleri gerçekten kendine özgü. Ancak sıcak şehirden gelmiş olmamızın etkisiyle havasının sıcak olması beni biraz sıktı. Artık gerçekten Akdeniz'deydik. Denizi öğleden sonra dalgalıanıyor, güneş gündüz yakıcı, hava akşam oldukça nemli. Alışık olduğumuz ancak pek sevmediğimiz havasından dolayı Kaş'a haziran veya eylül aylarında gitmeyi tercih ederim bundan sonra. Deniz öğlene kadar çok güzel. Hatta bizim girdiğimiz plajda sanırım yakınlarda bir yerlerde yer altı suyla deniz karışıyordu çünkü su hem serindi hem de rengi tatlı su rengi gibi turkuazdı. Ancak öğleden sonra dalgalı olması olumsuz yönü. Derya Beach fiyatları ortalama üstü ve sevimli bir mekan, yemekler fena sayılmaz gün boyu gazete-kitap okumalık, uyumalık şirin bir beach tavsiye edilir. Puanımız 7 bu arada. Zaten civarda aynı ayarda bir kaç tane beach var, birinden birinde yer bulmak mümkün. Saat 15:00 sularında otele geçmek üzere Derya Beach'ten ayrıldık. Ancak bizi tatilimizin sürprizi bekliyordu. Yanlış yönlendirme ve sanırım 1 gece kalacağımız için pek fazla araştırmamamın kurbanı olduk ve kendimizi bungalov bir odada buluverdik. Oda baya küçük ama temizdi. Ama denizi resmen yattığımız yerden görebiliyorduk. Manzara çok güzeldi, doğayla başbaşaydık ama oda gerçekten minimal düzeyde dizayn edilmiş. Neyseki klima vardı. Tv mi? O da ne sıcak duş olduğuna şükrettik:) Akşam önceki araştırmalarımıza dayanarak Ruhi Bey meyhanesinden yer ayırrtık. Kısa bir Kaş çarşı turundan sonra geçtik masalarımıza. İkinci bir Fevzi etkisi bekliyorduk ama garsonun emrivakisiyle getirdiği sütte balık ve adını hatırlamadığım başemal soslu kalamar servisi yüzünden hüsrana uğradık. Gerçekten kötüydü. Diğer bilindik mezelerinse lezzeti ortalamanın altında kaldı. Fevzinin yerinin etkisi de vardı elbet ama Ruhi Bey bizde Datça etkisi yapamadı. Hava da o kadar nemliydi ki çok da keyif alamadan tahminizden erken kalktık. Garsonun erkencisiniz sözüne Görkem'in yolumuz uzun otel uzak demesi üzerine garsonun nerede kalıyorsunuz sorusuyla hepimiz başımızı öne eğdik utançtan değil tabi gülmekten bungalov diyemedik efendim:) Otele geçmeden son akşamı erken noktalamayalım diye karar aldık bir büfeden çekirdek, bilimum içecek ve çerez temininden sonra odalara geçip hemen kapı önüne attık kendimizi. Manzara süperdi. Yıldızları ne zamandır bu kadar net görmemiştik. Hava da biraz serinlemişti. Çekirdek çitlerken şişe çevirmece oynamaya karar verdik. Evet 30'lu yaşlardaki bu grup saatlerce şişe çevirmece oynadık hem de baya ciddiye alarak. Tabi çiftlerin biribirine sorduğu sorularda ara ara ortam gerilmedi değil. Neyseki Serkan sevecen sorularıyla ortmı yumuşattı. “Üniversitedeki ilk beş tercihin? Yurt içi tatil mi yurt dışı mı?” gibi gibi:)) Oyunumuz sadece doğruluktu, cesareti de katacak kadar ergenleşmemiştik neyseki:) Saat üçe gelirken yatmaya karar verdik.
Ertesi sabah tahmin edildiği gibi oteldeki kahvaltıyı kaçırdık iyiki de kaçırdık. Çünkü tatilmizin en efsane kahvaltısını yaptık. Mekanın da etkisi vardır elbette ama serpme kahvaltı az ve özdü. Kaş Marina dışardan ürkütücü gibi görünüyor çünkü oldukça sakin ve mekanlarda “Evet ben kazık bir yerim.” mesajı veren müzikler çalıyordu ama hem tatildeki Xuma ve tekne maceralarımız hem de son gün battı balık gider hesabımızla geçtik kafelerden birine. Hizmet çok iyi, manzara ve ortam çok iyi ve o da nesi fiyatlar oldukça uygundu. Günay'ın garsonun taklidini yapması üzerine sipariş verirken benim kendimi tutamayıp gülmem üzerine durumun anlaşılması üzerine ayıp oldu diye vicdan yapıp sonra kendimiz affettirmek namına ne getirse “Teşekkür ederiz. Çok sağolun.” deyip, rekor bahşişi de bırakıp günah çıkardık ama çıktığını pek sanmam. Tahminimizin üç katı geçirdiğimiz zaman süresince son fotoğraflarımızı da çektik ve çay kahve-faslından sonra tekne sahiplerinin havayla ilgili sohbetlerine kulak kabarta kabarta arabaya bindik. Tekne mi alsak ne yapsak diye geçirdik bir an aklımızdan sonra zor ve yorucu iştir diyerek vazgeçtik. Antalya Havalimanı için çıktık yola. Nerdeyse hiç durmamamıza rağmen 3,5 saat yolculuk sonrası havalimanına vardık. Acıkmamıştık ama son bir lezzet durağımız daha vardı. Havalimanından Aksuya varmadan Sedir'de etli ekmek yemeden dönmeyecektik. Günay diyette olduğundan onun için bu yemek sadece etli oldu gerçi ama biz üçümüz tıka basa doyduk. Bıçak arası denilen bu Konya usülü yemeği ilk defa yedim ve hepimiz çok beğendik. Sedir'e puanımız 9. 10 verirsek Fevzi amca ve Ali Ustaya ayıp olur ondan efendim:) Havaalanından önce arabayı toparladık son kez göz ucuyla hasar belli mi diye kontrol ettik ve arabayı götürüp teslim ettik. Görevli aracı kontrol ederken ilkokulda sözlüye çalışmadığım zamanlardaki heyecanlandım itiraf ediyorum. Ve kazasız belasız, planımınız da bir aksilik yaşamadan tatilimizin sonuna gelmiştik. Uçağa binerken. Çok güzeldi diye içimizden geçire geçire döndük evlerimize. Kapı komşusu olunca aynı kata kadar beraber çıkmamız konusuna da ayrıca güldük. Herşeye gülüyorduk zaten, stresten eser kalmamıştı.
2015 yılı yaz tatili deyince aklıma gelen bizim deyimimizle damgasını vuran hatıralarımızı kısaca şöyle sıralayabilirm: Xuma'daki kalite ve lüks sonrası pansiyonumuza dönüşümüzde yaşadığımız ikilem, Fevzi'nin Yerinde tattığımız birbirinden lezzetli mezeler ve tabiki lambukanın (Sen nasıl bir şeysin öyle?) yanında servis elemanlarının samimiyeti, dört kişilik teknemizdeki süksemiz ve gün boyu tutulduğumuz kahkaha nöbetleri, Şişçi Ali Ustamın yarattığı kendine özgü konsepti ve kekikli domatesle verdiği çöp şişleri, son gün tesadüfen girdiğimiz Kaş Marina'daki kahvaltımız, son gece saatlerce kıran kırana oynadığımız şişe çevirmece oyunu, 8 günde neredeyse katettiğimiz 1200 km'lik yol boyunca dinlediğimiz Dj Görkem'in albümü ve tabiki komşuluk leveldan baya kademe ilerleyip kazandığımız perçinleşen dostluğumuzun verdiği huzurdu...
Dipnot: Her zaman olduğu gibi daha fazla foto yılsonunda yıllık albümde olacak. Veya Dr.Günay Hanım'ın facebook profilinde epey detaylı bir albümü inceleyebilirsiniz :)
Gösterim: 3361